Bir yardan yuvarlanan taşlar
İnsanların yerleşik oldukları yerleri gönüllü veya gönülsüz terk etmelerini ve yabancı illere ya da daha doğru ifadeyle yaban ellere gidişlerini tanımlayan sözcük ‘göç’. Buradan türeyerek sözlüklerimize giren ‘göçer’, ‘göçmen’, ‘göçebe’ gibi tanımları da not etmeli. Aynı şekilde ‘iltica’, ‘mülteci’, ‘sığınmacı’, ‘gurbetçi’ tanımlarını da göç olgusuyla ilişkilendirmek gerekir. Sürülmekten türeyen sürgün veya hicretten türeyen tehcir ifadelerini de unutmamalı… Kolonileşme, diaspora, yani bütünden kopma halini, gettolaşmayı da bunlara ekleyelim.
Tüm bu tanımları Ermeni halkı özelinde incelediğimizde ise tarihin farklı dönemlerinde bu tanımlara denk düşen birçok yaşanmışlık örneklerine rastlarız. Ermenilerin anayurdu, Ararat Dağı eteklerinden başlayarak günümüz Türkiye coğrafyasında ‘Doğu Anadolu Bölgesi’ olarak tanımlanan alana doğru bir yaygınlık gösterir. Batı Ermenistan olarak tanımlanan bu alanın batıya doğru uç noktaları Sivas’ın doğu ilçelerine, Suşehri’ni ve Şebinkarahisar’ı içine alacak şekilde Divriği ve Zara’ya kadar varır.
Doğu Ermenistan tanımı ise günümüz Ermenistan topraklarını, Gürcistan egemenliğindeki Akhalkelek’i ve güneyde İran’ın kuzey eyaleti Azerbaycan’ın Maku, Tebriz, Culfa, Karabağ, Urmiye ve Salmast kentlerini ima eder. Ancak zaman içinde hem batı hem de özellikle ticari ağlar geliştirmek üzere doğuya doğru Singapur’a veya Hindistan eyaletlerine kadar yayılan bir Ermeni varlığından söz etmek de mümkün.
İpek Yolu güzergahındaki ticaret etkinliği, ilk kolonileşme örneklerinin de şekillenmesine yol açtı. Ermenice ile basılan ilk gazetenin, ‘Aztarar’ın Hindistan’ın Madras kentinde yayınlanması asla bir tesadüf değil, şartların gerekliliği ile ilgilidir. Ancak Ermeni ulusu tarihinde göçlerin yeri gibi bir konuyu incelemeye başladığımızda, tarihin sayacını çok daha eskilere taşımak gerekiyor.
Hıristiyanlığı devlet dini olarak benimseyen ilk ülke Ermenistan Ermeni resmi tarih anlatımı, 4’üncü yüzyılın hemen başlangıcında halkın Hıristiyan inancını benimsediğini yazar. Bu anlatıya göre, Kapadokya’dan gelmiş bir misyoner olan Krikor Lusavoriç (Aydınlanmacı Grigor) tutuklanıp kör bir kuyuya hapsedilir. Ancak onulmaz bir hastalığa yakalanan Ermenistan kralı Dırtad’ı iyileştirmesi üzerine, kral bu keşişin dinini kabullenir ve böylece Ermenistan, dünyada Hıristiyanlığı devlet dini olarak benimseyen ilk ülke olur.
Oysa toplum açısından eski inancın terk edilmesi oldukça sancılıdır. Sarayın gücünü arkasına alan Krikor Lusavoriç tüm Ermenistan’da pagan mabetlerini yıkarak onların yerine kilise inşa etmeye girişince, çok büyük bir tepkiyle karşılaşır. Yeni din, topluma zorla kabul ettirilmeye çalışılırken, uzun erimli savaşlar ve bunlara bağlı kıyımlar resmi tarih anlatımında yer almazlar. Oysa bu konudaki direnç 9’uncu yüzyıla kadar sürer, Tendürek ayaklanmalarına ve Pavlikyan hareketine zemin hazırlar. Bu isyanlara katılanlar alınlarına tilki dövmesi dağlanarak cezalandırılır, ekmek dahi bulamaz hale getirilir. Sonucu ise bu kez Batı’ya doğru, Transilvanya dağlarını aşarak, ta Orta Avrupa ülkelerinden Polonya’ya uzanan bir göç akını olur.
Ticari ilişkilerin yol açtığı kolonileşme göçlerinin yanı sıra doğal afetler ve savaşlar da halkın yaşadığı yerleri terk ederek yeni arayışlara girmesine yol açar. Örneğin, bir zamanların en gelişmiş kenti olan, krallıklara başkentlik yapan Ani, büyük bir depremin ardından kitlesel göçlere örnek sayılabilir. Ayrıca Arap istilaları, Timur ve Cengiz Han ordularının kırımları, Celali isyanları Ermenilerin imparatorluğun batı vilayetlerine göçünü tetikleyen en önemli etkenler arasındadır. Bu bağlamda İran İmparatoru Şah Abbas’ın Doğu Ermenistan’a yönelik bir işgal seferinde Culfa Ermenilerini topluca tehcire tabi kılarak İran’a götürmesi ve burada İsfahan kentinin inşasında kullanması yine tarihe düşülen bir not olarak anımsanmalı…
Ani’den göçün tek etkeni deprem değildir. Tarih içinde yaşanan pek çok savaşta Ani’yi fethetmek başlıca erek oldu. Her işgal sonrasında ise Ermenilerin bu tarihi başkentinden kitlesel göçler yaşandı.
CELALİ İSYANLARI ERMENİ GÖÇLERİNE YOL AÇTI
Osmanlı İmparatorluğu döneminde kitlesel Ermeni göçlerine yol açan bir diğer unsur ise Celali İsyanları’dır. Özellikle tarihi Ermenistan’dan Osmanlı ülkesinin batı vilayetlerine doğru yayılan Ermeni kolonilerinin oluşumunda Celali İsyanları’nın önemli bir yeri vardır.
Aynı yaklaşımla Fatih Sultan Mehmet’in Konstantinapol’ü fethinden sonra, başta Kayseri olmak üzere birçok şehirden Ermenileri payitahtın imarı için zorla getirmesi de anılmaya değer bir diğer örnek olay. Ancak Ermeni tarihinde en önemli toplu göç hiç şüphesiz ki 1915 yılında Ermeni halkının soykırıma uğrayarak anayurdundan topluca kovulmasıyla yaşandı. Ermenilerin anayurt kaybının son örneği ise 2023 yılının 19 Eylül tarihinde, etnik temizlik amacıyla Dağlık Karabağ’a yönelik askeri operasyonla yaşandı. Sadece birkaç saat süren çatışmanın ardından Dağlık Karabağ yönetimi ülke nüfusunun tahliyesine karar vermek zorunda kaldı. Takip eden iki-üç gün içinde 100 bin 632 Karabağlı Ermeni binlerce yıldır yaşadığı toprakları terk ederek Ermenistan Cumhuriyetine sığınmak zorunda kaldılar.
Tarih boyunca yaşanan zorunlu veya gönüllü göçlerin sonucu olarak, günümüzde Ermeni halkının sadece üçte biri Ermenistan’da yaşıyor. Siyasi anlamda önemli bir çekim merkezi olmakla birlikte, Ermenistan Cumhuriyeti Batı, yani Osmanlı Ermenileri için bir anavatan olmadı. Onlar bu ifadeyi halen Muş, Van, Sasun, Bitlis, Harput, Sivas, Diyarbakır, Adana, Maraş veya Musa Dağ gibi yerler için kullanmayı tercih ediyorlar.
Kitlesel göçlerin doğal sonuçlarından biri ise diasporaların oluşması. Esasen insanların göç ettikleri yabancı diyarda birbiriyle çelişen iki temel davranıştan söz edilebilir. Bunlardan ilki, örf ve adetleri, dili ve yaşam tarzıyla önemli farklılıklar gösteren bu yeni ortama uyum sağlama süreci. En temel tanımla ‘entegrasyon’ olarak adlandıracağımız bu uyum süreci bir veya en çok iki neslin bu yeni diyarda yetişmesiyle sağlanabilir. Ancak entegrasyon aynı zamanda yozlaşmaya, yani asimilasyona da dönüşme riski taşır. Bu durumda bir yandan yeni toplum içinde ayrımcılığa uğramadan yer edinme çabasıyla, aileden aktarılan kimliğini koruma gayreti karşılıklı olarak birbirini etkisizleştiren iki eğilim olarak bireyin yaşamını etkiler.
Bu çelişkili durum içinde göç edilen ülkenin toplumsal dokusu da önemli bir etmen olarak karşımıza çıkar. 1915 sonrası Ermeni diasporalarının şekillenmesinde Batı aleminin gelişmiş ülke toplumlarıyla, Orta Doğu ülkelerinin geri kalmış, en hafif tabiriyle gelişmekte olan toplumlarına uyum sürecinde önemli farklılıklardan söz edilebilir. Batı’da milliyetçilikten kaynaklanan bir dışlama, aşağılama, hakir görme eğilimine karşı, eklemlenen toplumlar önyargıları aşmak için entegrasyona hız verdiler. Buralarda egemen olan İngilizce, Fransızca veya Almanca gibi diller bir yandan da evrensel dil olarak algılandıkları için bunlara eğilim de kendiliğinden ve kolaylıkla sağlandı.
Diğer yandan İslam dininin egemen olduğu ülkelerde, Ermeni muhacirler bir anlamda kader ortakları olarak değerlendirildi. Sonuçta Orta Doğu halkları da 500 yıla ulaşan Osmanlı hakimiyetine karşı savaşmış, Arap milliyetçiliği şiarıyla Emperyalist Osmanlı işgalcilerini ülkelerinden kovmuşlardı. Bu kader ortaklığı Ermenilere yönelik bir empatinin de oluşmasına yol açtı.
Ne var ki Ermeniler, politik olarak Lübnan, Suriye, Mısır veya Irak gibi ülke toplumlarının bu hüsnükabulünü değerlendirmekle birlikte, söz konusu ülkelerde iç siyasete katılmamayı, getto halinde yaşamayı tercih ettiler. Aynı şekilde Arapçaya karşı da Batı dillerine gösterdikleri ilgiyi esirgediler.
Burada entegrasyonun eksikliği, Batı’da gözlemlenen asimilasyonun Orta Doğu ülkelerinde de oluşmasını engelledi. Bu anlamda Orta Doğu Ermeniler için ikinci bir vatan olmaya adaydı. Ne var ki Lübnan ve Suriye’de emperyalist komplolarla kızıştırılan iç savaşlar ve bunlara bağlı ekonomik yıkımlar bu ülkelerde yaşayan Ermeniler için yeni göç dalgalarına yol açtı. Beyrut ve Halep gibi şehirleri terk eden Ermeniler bir kez daha travmatik bir yurt yitimine uğradılar.
GELECEK, HEPİMİZİ KAPSAYACAK GÖÇ HAREKETLERİNE İŞARET EDİYOR
Küresel ölçekte iklim değişikliklerine ve susuzluğa bağlı kitlesel göç ihtimallerinin, daha doğrusu öngörülerinin yaşandığı bir zaman dilimine vardık. Gelecek, hepimizi kapsayacak göç hareketlerine işaret ediyor. Yaşamsal bir tehdit söz konusu olmasa dahi, insanların salt daha müreffeh bir yaşam umuduyla göçmeleri yeterince sancılı bir meseleyken, kendi iradesi dışında zorla göçertilmenin ne kadar ağır bir travma olduğunu söylemeye gerek bile yok.
Zorunlu göçe maruz kalan insanları bir yardan aşağı yuvarlanan taşlara benzetmek mümkün, zira daha ne kadar yuvarlanacakları, nerede duracakları halen meçhul! Son yüz yıldan daha uzun bir süredir Ermeni bireylerin her bir nesli farklı bir şehrin mezarlığında gömülü. Bu anlamda babasının, hele hele dedesinin yattığı mezarlığa gömülmek Ermeniler için bir nimet haline geldi demek asla bir abartı olmasa gerek…
*Agos Gazetesi Yazarı